KUSURLU BEN

“Nasıl biri?”

“Bilmiyorum. Farklı diyebilirim. O kadar olması gerektiği kadar ki ne denebilir buna bilmiyorum. Kötü değil, kesinlikle olumsuz hiçbir sıfatı yakıştıramam. Ama iyi olduğunu düşündüm sıfatlar da onun yanında bir anlamsız, sönük kalıyor. Çok benziyoruz.” dedi. Kendi kusurlu benliğini düşündü. O kadar inanılmaz bulduğu birini benzettiği benliğine güldü. Benim gibi olan iyidir mantığıyla mı söylemişti? Belki de kendine benzemiyordu. Tekrar kendini düşündü. “Keşke kendimizi bu kadar derinden tanımasaydık.” diye geçirdi içinden.

Birini yeni tanıyorken o kişi kusursuz görünürdü gözüne. Yaptığı yanlışlar kadı kızında bile bulunacak nitelikteymiş gibi. Bu yanlışları görerek sevmeye devam ederdi. Zaman geçtikçe bu kadı kızı yanlışları gözünde büyümeye başlardı. Belki tahammülü gereğinden daha sınırlıydı. Belki de hayatında hiç yokluk çekmemiş bir zengin çocuğunun para harcaması gibi tahammülünü harcıyordu ve bu israfçı tavrın sonuçlarını yaşıyordu. Sonunda, yeterince tanıdığında hiç kimseyi sevemeyeceğine kanaat getirmişken onunla karşılaşmıştı. Sütten ağzı yandığından temkinli davranmakta kararlıydı. İçini ısıtan duyguların bir gün onu bırakıp gitme ihtimalini bir türlü aklından çıkaramıyor, kendini zamanın akışına bırakamıyordu. Hâlbuki ömrünce beklediği şeydi bu. Kendini olmayacak yerlere sürüklemeyecek bir akıntıya bırakmak istiyordu. Artık ince hesaplamalar gerektiren diken üstü ilişkilerden bıkmıştı. Hatta onları hiç sevmemişti. Ömrünce içinden geldiği gibi davranabileceği çünkü güvenebileceği ilişkiler kurmak istemişti. Birkaç arkadaşıyla da başarmıştı aslında. Ama romantik bir ilişkide bunun olamayacağına inanmaya başlamıştı. Onunla bu kalıbı yıkabilirdi. Eğer kendini biraz rahat bırakabilseydi. Kendine de güvenebilseydi…

Başkalarını derinden tanıdıkça soğumaya başlardı. Ama kendisi, başından beri tüm derinlikleriyle onunlaydı. Keşke kendini de bu kadar tanımasaydı. Her insan kusurluydu elbet, bunu kabul ediyordu. Ama insanların bazı yönlerini kendinden başkasına göstermemesi gerektiğini düşünürdü. Kusurlarını başkalarından saklardı, sadece kendi biliyorken kimseye zarar vermezdi bunlar. Ama keşke kendinden de saklayabilseydi.

Bir gün onunda olmazını görecekti. Yeterince vakit geçirirlerse bu kaçınılmazdı. Bu sefer bu olmaza göz yumabilecek miydi? Göz yumması gereken bir olmazı mı vardı ki? Olmazına rağmen değil de olmazıyla birlikte sevebilir miydi birini? İnsanlar nasıl aşıyordu bunu? Bu açıdan hiç değerlendirmiyorlar mıydı? Belki de bunun üzerine konuşmaktan kaçınıyorlar, böylece olmazın varlığını reddediyorlardı. Bunları düşündükçe kendini akışa bırakamayacağını biliyordu, kendini rahat hissedemiyordu. Ama düşünmemek elinde değildi. Ne zaman çok gülse, birazdan ağlayacağını düşünen birinden de bu beklenirdi. Daha gülüşünü bile doyasıya yaşayamayan biri, güvenmeyi nasıl becerebilirdi?

“Bana iyi geliyor” dedi. “Aslında olduğum kişiden memnun olduğumu, en doğrusunun bu olduğunu düşünürdüm. Ama ona güvendikçe değiştiğimi hissediyorum. Olduğum kişiden dahası varmış bende. Kapalı kapılar ardında sakladığım bir ben daha varmış gün ışığını bekleyen. Olmak istediğim kişiyi zaten içimde barındırıyormuşum da onunla yeni tanışmışım gibi hissediyorum. Sadece onu değil, kendimi de daha çok sevmeye başladım.”

Bir gün onun da “olmazını” görecekti. Ama bununla yaşamayı öğrenebileceğini biliyordu. Kendi olmazlarıyla yaşamayı öğrendiği gibi.

KUSURLU BEN” üzerine bir yorum

  1. “Keşke kendini de bu kadar tanımasaydı.” keşke…
    Yazınızda kendimden bir parça buldum sanırım. Aramızdaki en büyük fark ise o’nun kendi “olmazlarına” olmaları için ufak da olsa bir şans tanımasıyla başladı

    Liked by 1 kişi

Yorum bırakın